Velayet davası...

Burada açık açık bahsetmemiştim ama 2 yıldır devam eden bir velayet davam var. Eski eşim ve ailesi benden intikam almak adına oğlumu bana göstermiyor. Ben de velayet davası açtım. Bir baba için kazanması çok zor bir dava. Hakimler nedense her zaman anne tarafına meyilli oluyorlar, haksızlıkları ne kadar net ortaya koyarsanız koyun sonuç değişmiyor. Bu dava üzerinde sanki ikinci işimmiş gibi çalıştım. Elimden gelen herşeyi yaptım. Bu Eylül ayında karar verilecek. Kazanma ihtimalim %40'tan fazla değil. Bir tek şey benim lehime çıkabilir, o da oğlumla görüşme zamanlarım daha net belirlenir ve her defasında icra memuru götürmek zorunda kalmam. Bir hesap yaptım; bir yıl içinde 52 haftasonunun 42'sinde icra memuru ile almışım oğlumu. Bir önceki yıl da 52 haftanın 32'sinde icra memuru çağırmışım. Bu ne biçim adalettir?!! Karardan önce son bir dilekçe yazma hakkım var, bu dilekçeyi ben yazacağım. Bütün duruşmalara girdim, söylenen yazılan herşeyi dinledim ama bütün dava ve duruşmalar boyunca bir tek kelime bile söylemedim, bunu haksızlık olarak kabul ediyorum ve son dilekçeyi avukatım değil, ben yazacağım. Bu çok uzun bir hikaye, vaktim oldukça, yavaş yavaş anlatırım burada.

Apartman yöneticisi

Bugün oğlumun oturduğu apartmanın yöneticisi aradı. Oğlumun anneannesi apartmanda herkesle kavga ediyormuş. Yerlere, insanlara tükürüyor, güvenlik görevlisini, apartman görevlisini devamlı rahatsız ediyormuş. Apartmandan çıkartmak istiyorlar. Ben evsahibi olduğum için "Acaba ne yapabiliriz?" diye beni aramışlar.
Aslına bakarsanız, ilk önce hoşuma gitti. Çünkü Oğlumu haftasonları alabilmek için iki senedir her cuma günü çektiklerimi anlatmıştım size aşağıda. Şimdi bu şikayeti de mahkemede kullanıp, velayet davamı belki biraz daha çabuk sonuçlandırabilirim diye düşündüm. Ama hemen sonra Oğlumun haftanın 5 günü bu insanlarla beraber yaşadığını tekrar fark ettim. Acaba apartmandaki bu insanlar anneannesinden bu kadar nefret ediyorsa, Oğlum bunu fark etmiyor muydu?
Aklından neler geçiyor kim bilir? Acaba aynı insanlar kendisi için kimbilir neler düşünüyor? Bütün bunlar Oğluma nasıl bir suçluluk duygusu yüklüyor? Annesinden, anneannesinden utanıyor mu? İleride bununla nasıl başedecek acaba?
Çok zor, rahatsız edici ve cevabı olmayan sorular bunlar... :(

Bipolar ilaçları...

Herhalde en çok bilinen ve en yaygın kulanılanı lityumdur. Eşim ilk hastalandığında (2000lerin başları) iki türü vardı, birisi ithal geliyordu fakat her yerde satılmıyordu. Büyük ihtimal Türkiye'de daha kullanımı onaylanmamıştı. Taksim'de Itır Eczanesi'nde bulunurdu. İsmini hatırlamıyorum şimdi ama küp şeklinde büyük beyaz bir kutuydu ambalajı. Hep bundan alırdık, her gittiğimde eczaneye iki kutu alırdım, ne olur olmaz diye.

Bazen dokturu Depakin de verirdi ama açıkçası ben lityum almasını tercih ederdim. Galiba eşim de lityumu tercih ediyordu. Lityum kullandığı zaman hastalanmadan önceki haline daha çok benzerdi. Gözlerindeki ışıltının bir kısmı geri gelirdi. Zannediyorum bu lityumun hem mani hem de depresif tarafını baskılamasından kaynaklanıyordu.

Depakin kullandığı zamanlarda o gözlerindeki ışıltı hepten sönerdi. Daha yavaş olurdu, zihninin yavaşladığını neredeyse gözle görebilirdim Depakin kullanırken.

Ama ne yazık ki lityum ağır bir ilaç, doktoru ara ara kan tahlili yaptırtır ve belli bir sürelerle Depakin'e kaydırırdı hep. Her seferinde ben anlardım Depakin kullanmaya başladığını, birşey söylemesine gerek olmazdı.

Sevdiğiniz insanın gözünüzün önünde değiştiğini görmek ve bununla ilgili birşeyler yapamamak gerçekten kötü bir deneyim... :(

Çocuğunuzu göremiyorsanız...

- Eğer çocuğunuzu görmeniz için verilmiş bir mahkeme kararı varsa ve eski eşiniz onu sizden kaçırıyorsa, çocuğunuzu icra ile alabilirsiniz.

- İcra memuru ve Sosyal Hizmetler memuru (Pedagog) olmalı yanınızda. Polis götürmemeye çalışın çünkü işleri gereksiz yere gerecektir ama götürmek zorunda da kalabilirsiniz.

- Eski eşinize görünmeden apartmanın girişinde bekleyin. İcra memuru ile Pedagog yukarı çıkıp öbür eş ile konuşsunlar ve çocuğunuzu alıp size getirsinler. Siz görünmezseniz gerginlik daha az olabilir.

- Çocuğunuz size karşı dolduruluyorsa, Pedagogun becerisi daha da önemli oluyor, çocuğunuzu sizi görmeye ikna etmesi gerekebiliyor.

- Genelde memurlar işlerini iyi yapıyorlar. Eğer buna rağmen çocuğunuzu alamıyorlarsa, memurları suçlamayın, bir dahaki sefere tekrar deneyin.

- Çocuğunuzu alamadığınız durumlarda mutlaka tutanak tutturun, olumsuzlukları çocuğun üzerine yıkmak yerine (beni görmek istemiyor, unuttu beni, vb.) yasal yollardan öteki eşin üzerine yıkmaya gayret edin. Çocuğunuzla olan ilişkinizi daha az zedeler.

- Çocuğunuzu alamadığınız, onu göremediğiniz zamanlarda, telefonla konuşmaya çalışın, okuluna gidin, servisini beklerken görmeye çalışın, ufak hediyeler alıp vermeye çalışın. Aldığınız hediyeleri iyice düşünün, onun gerçekten istediği şeyler olsun. Mümkünse parayla almak yerine, emek harcayarak siz hazırlayın hediyeleri, aradaki farkı çocuğunuz mutlaka anlayacaktır.

- Yanında asla eski eşinizi suçlamayın. Biliyorum, bu çok çok zor.

- Yapacağınız herşey çocuğunuzun üzerindeki suçluluk duygusunu almak veya azaltmak üzerine olmalıdır.

- Çocuğunuzu evine mutlu bırakın, görüşmenin en çok hatırlanan anları son dakikalarıdır.

Bunların hepsini ve daha fazlasını ben yaşadım ve yaşıyorum. :)

Evlenmeden önce...

Büyükler hep evlenmeden önce eşlerin araştırılmasını söyler. Aslında komik gelir insana, değil mi? Eski kafalı bir düşünce gibi. İnsan severse sever, ne diye araştırılmalı ki? Ama tecrübeyle sabit, kesinlikle araştırma yapılmalı.

Anlatayım size: Eski eşimle çıkıyorduk, daha nisanlı bile değildik. Evinden almaya gidiyordum, yolda yaşlı bir teyze el salladı, beni durdurdu. Camı açtım, teyze dedi ki, G'yi almaya gidiyorsun değil mi? Beni de bıraksana, onlarla aynı apartmanda oturuyorum. Tamam dedim. Gideceğimiz yol en fazla 2 dakika olduğu için şaşırmıştım. Ayrıca Teyze'yi tanımıyordum, onun beni nereden tanıdığını hiç anlamamıştım. Teyze bana o 2 dakikada, eski eşimin yakın bir akrabasının balkondan atlayarak intihar ettiğini ve ailesinde ciddi bir hastalık olduğunu anlattı. Ve sonra da bir anda arabadan inip, kaybolup gitti.

Salak gibi kalakalmıştım arabada. Çok şaşkındım. Zaten bir iki dakika sonra da eski eşim inmişti aşağıya. Bu olaydan bahsettim kendisine. Bir anda ağlamaya başladı. Herkes bana karşı, kimse mutlu olmamı istemiyor diye hüngür hüngür ağlıyordu. Ben de bir daha asla bahsetmedim o olaydan. Kimseye. Ve evlendim. Salak gibi.

Ne demişler, aşkın gözü kördür. Ben yaptım, siz yapmayın. :)

Bipolar eşle 13 yıl...

Eski eşim evliliğimiz boyunca en az 5 ciddi atak geçirdi. En az bu kadar da daha küçük atak geçirdi. 2 defa hastaneye yatırmak zorunda kaldım. Atakları genelde mani ile başlardı ve yaz aylarında olurdu. Yazlar kabus olmuştu, yazın gelmesini hiç istemezdim, içime sıkınlar basardı.
Devamlı tetikte olmak zorunda hissederdim. Bu hastalığın en büyük belirtisi az uykudur, geceleri hep nefes alış verişini dinlerdim, acaba uyanık mı diye anlamaya çalışırdım. En az 2 defa vaktinde Xanax vererek uyumasını ve dinlenmesini sağlayıp, atak geçirmesine engel olmuştum. Tabi aslında engel değil, sadece atağı ötelemiştim. Bu kadar dikkatli olmamın onda baskı yarattığını da kabul ediyorum, arada bir sinirlenirdi, ben iyiyim birşeyim yok derdi. İlacını alıp almadığımı sormamı hakaret olarak kabul ederdi.
Birkaç defa akşam yemeğinde sinirlendiğinde elinde ekmek bıçağını sıkı sıkı tutup, bana nefretle baktığını hatırlarım. Mani durumunda çok agresif olabiliyordu. Bir keresinde hastaneye götürürken bana tekmeler attığını hatırlıyorum. Başka bir seferinde de evdeki bütün telefonları kırmıştı. Çünkü cep telefonunu elinden almıştım ve evdeki santrali de kapatmıştım. Arkadaşlarını arıyordu, abuk subuk konuşuyordu, insancıklar da hasta olduğunu bilmedikleri için ya beni arıyorlardı veya bizimle bağlantıyı koparıyor, bir daha da konuşmuyorlardı.
Tabi bu tip sorunları düzeltmekte hep bana düşüyordu. Hem kimsenin eşimin hasta olduğunu anlamamasına çalışmak zorundaydım, saçma davranışlarını soranlara bir şekilde Onu rencide etmeyecek şekilde açıklamalar yapmak zorundaydım, çocuğumun durumu fark etmemesini sağlamak zorundaydım, işim yoğundu, çalışmak zorundaydım, onun işini idare ettirmek zorundaydım, falan filan. Hayat gerçekten çekilmez olmuştu. 100kg olmuştum, kendime bakmıyordum, çok içki içiyordum.
Ailesi de açıkçası yardımcı olmuyordu. Tam tersi bir sürü zorluk çıkarıyorlardı. Bizi kendi halimize bırakmıyorlardı, annesinde de aynı hastalık olduğu için devamlı içimizdeydi, her şeyimize karışıyordu, hep kızına neyi nasıl yapması gerektiğini söylüyordu, aklınca ona iyilik yapıyordu. Ama sonuçta boşanmamızın en büyük sorumlusu annesidir. Bir keresinde yine atak geçiriyordu, büyük bir eve çıkmıştık, özellikle öyle ayarlamıştım ki atak geçirirse, orta katta oturup, oğlumuzdan uzak kalabilir, hastaneye yatmak zorunda kalmaz, daha çabuk iyileşir diye düşünüyordum. Annesi ne yaptı biliyor musunuz? Benim evde olmadığım bir anda anahtarıyla eve girdi ve kızını aldı gitti, o daha iyi bakabilirmiş. Eve geldiğimde bakıcı şaşkın şaşkın bana bakıyordu, annesi aldı gitti eşinizi diyordu. Bu arada o zamanlar annesinin bir evi dahi yoktu, kocasından ayrı yaşıyordu ve arkadaşının evinde bir oda kiralamış, orada barınıyordu. Tek göz odada kızına benden daha iyi bakacaktı!! Sonunda hastaneye yatırdık tabi ki, gereksiz yere. İşin ilginç tarafı onun annesi ve ailesi her zaman için onun iyiliğini düşünüp, doğru kararlar veriyordu. Ben ise onu hasta edendim. Oysaki bu hastalık tamamen genetik.
Bir gece ufak bir tartışma sonucunda yataktan kalkıp, odadaki tüm resimler ve çerçeveleri yere atıp, kırmıştı. Bacağım kırık olduğu için koltuk değnekleriyle yürüyordum, bütün gece yataktan kalkamamıştım, sabah bakıcımız gelince ortalığı toparlamıştı, ben de kalkabilmiştim.
Aslında şimdi bunların hepsine seviniyorum, çünkü eğer bunlar olmasaydı ben hala aynı dayanılmaz bu hayatı çekecektim.
Boşanmayı yavaş yavaş düşünmeye başladım. İlk düşündüğüm şeylerden birisi zihnimde yatak odasının içerisindeki abuk sabuk çoğunda annesinin olduğu fotoğrafları toparlayarak, yerlerine mumlar koymakla başladı. Bunları gerçekten yapmadım, sadece zihminde yaptım, hayal ettim. Sonra akşamları hep birden aile gibi oturup, yemek yediğimizi hayal etmeye başladım. Sonra bana bağırıp, çağırırken aslında onun hayatımda olmadığını hayal etmeye başladım. Baktım bu hayaller çok zevkli, belli bir süre sonra gerçeğe dönüştürmeye karar verdim. Kolay değil bu yalnız. Uzun sürüyor. Çok uzun sürüyor. Benim yaklaşık 4 yılımı aldı. Ama sonuçtan kesinlikle memnunum. :)

Boşanırken dikkat!!

- Asla duygusal davranmayın. Eğer boşanmayı siz istiyorsanız zannetmeyin ki karşı tarafa iyi davranırsanız, ihtiyacı olabilecek şeyleri verirseniz, O da sizden uysal uysal ayrılacak. Öbür taraf hele bir de boşanmayı istemiyorsa asla sizi affetmeyecek, asla aaa, bak iyi ki arabayı da verdi demeyecektir. Tam tersi arabayı aldıktan sonra birde üstüne, kasko ve trafik sigortası parasını isteyecektir.
- İlk önce ayrı yaşayalım, daha sonra ayrılıp ayrılmamaya bakarız iyi bir taktik olabilir. Bu taktiği ben bilerek uygulamadım, daha çok eski eşimin doktorunun hastasının daha az yıpranması için önerdiği bir çözümdü ama açıkçası benim de işime yaradı çünkü bu sayede eski eşimi ve anasını villa olan evimizden çıkartıp daha küçük bir eve taşıyabildim. Hiç bir zaman tamamen boşanabileceğimi düşünmedikleri için kendi istekleriyle küçük eve taşındılar. Daha sonra boşanmak istediğimi söyleyince tabi çok hayıflandılar ama iş işten geçmişti.
- Boşanma protokplü yaparken küçük şeylere takılmayın ama büyük şeylere mutlaka ceza maddesi koyun. Mesela ben oğlumu her hafta cumadan pazara kadar görebiliyorum ama annesi göstermediği zaman hiçbir yaptırımım yok. İcra memuru ve sosyal  hizmetler  görevlisi ile gitmek zorundayım ve bu bana ayda nereden baksanız 1200TLye maloluyor. Bunu karşı taraftan talep edemiyorum. Oysa ki kontrata bir cümle ekleseydim; "anne çocuğu babaya göstermediği her haftasonu için 250TL ceza ödeyecektir" , olay bitmişti. Önemli maddelere mutlaka ceza şartı ekleyin.
- Akıl hastalıklarını mahkemede kanıtlamak çok zor. Akıl sağlığı ile ilgili bir velayet davası açmadan önce iyice düşünün.
- En basit ve kesin haklı olduğunuz bir dava için bile minimum 3 yılı kafadan yazın bir kenara.
- Çocuğunuzla aranızı iyi tutun. Karşı taraf mutlaka zehirleyecekti ama sizinle olduğu durumlarda iyi vakit geçirmesini sağlayın. Geri bırakırken mutlu olmasını sağlayın, beraberliğin en çok hatırlanan kısmı ilk ve son dakikalarıdır.
- Unutmayın, iş mahkemeyekalırsa genelde az bir nafakayı, nispeten uzun bir zamandabağlıyorlar. Bol keseden vermenin hiçbir anlamı yok.
- Verdiğiniz ve boşanma kararına giren şeylerden asla geri adım atamıyorsunuz. Çok önemli, o kendi yükümlülüklerini yerine getirmese bile siz verdiklerinizi değiştiremiyorsunuz. en basit ve kesinliklehaklı olduğunuz bir tek noktayı değiştirmek için bile min. 3 yıl dava ile uğraşmalı, bir sürü avukat parası vermelisiniz.
- Eğer aklınıza takılan birşey varsa yazın bana, yaşamışsam anlatırım size...  :)
Yukarıda yazdıklarım tamamen kendi tecrübelerime dayanmaktadır, hukuki bir yanı yoktur. Herkes kendi kararlarından kendisi sorumludur, doğru ve profesyonel kaynaklardan gerekli gördüğü yardımı almalıdır. Kısacası, yukarıda yazdıklarımı kendi insiyatifinizle kullanın, ben sorumluluk kabul etmem.  :)

İmdat !! Eşim bir manik-depresif...

Size bu sözcükle ilk defa nasıl tanıştığımı anlatayım. Aslında isteyerek, bilerek olan bir tanışma değildi. Daha çok zorunluluk şeklinde oldu. Bir gün eski eşimin annesi aradı cep telefonumdan. Onu da az önce oğlu aramış, GZ şirkette rahatsızlanmış ve şirket doktoru özel araçla eve gönderiyormuş. Benim de eve gelmem iyi olurmuş.

Durumun vehametini tam kavrayamamış olaraktan atlayıp arabaya geldim eve tabi. GZ de geldi. Son zamanlarda biraz garip davranışları vardı GZnin ama kendisi her zaman biraz garipti zaten, o yüzden pek üzerinde durmamıştım. Bana cep telefonundaki bir çiziği gösterip, "Bak, bu ne, bu ne?" diye hesap soruyordu mesela. Genelde bana hesap sormaya meraklı olduğu için bunun da üzerinde durmamıştım. Şirketteki email hesabının takip edildiğini, yazdıklarının gizlice okunduğundan bahsediyordu. Bunlar da GZ için çok anormal düşünceler değildi, "Manyak mısın yaa GY? Kim niye takip etsin senin emaillarını..." deyip geçiyordum. Kendisini gri takım elbiseli adamların takip ettiğini söylüyordu, ben de gösterdiği yerlere bakıp gri takım elbiseli adamlar arıyordum. Göremeyince de "Manyaklaşma yine GZ" deyip geçiyordum. Fakat bunların aslında sadece GZnin zihninde olup, bittiğini asla anlayamadım. İtiraf ediyorum, bununla ilgili hala suçluluk duyarım. Geceleri uyumuyordu, devamlı yeni birşeylere başlayıp, yarım bırakıyordu: resim yapmak, roman yazmak, torba torba boncuk aldığını hatırlıyorum, elişi çalışmaları yapacaktı, takı yapmak için sanayi tüpü ve ısıtıcı havya aldı, bir kere bile kullanmadı... İşine yaramayacak şeylere çok para harcıyordu, en son eve koşu bandı almıştı, bir taraftan da spor klübüne üyeydi.

Neyse. Eve geldiğimde neler olduğunu tam hatırlayamıyorum. Acaba annesi var mıydı? Abisi kesinlikle yoktu, onu gayet iyi hatırlıyorum. Büyük ihtimalle annesi de yoktu evde çünkü evde olsa oradan kesin doktora da gelirdi. Oysa doktorda tek başıma olduğumdan kesinlikle eminim. Tahminime göre, çalıştığı yerden doktor ailesini aradığında durumu çoktan anlamıştı GZnin ailesi. Kafayla ilgili birşeydi bu, büyük ihtimal daha önce de ailede defalarca yaşamışlardı. Ve kendilerini soyutluyorlardı konudan. Daha sonra bunun örneklerini çok gördüm. Öbür taraftan azıcık hak vermeden de duramıyorum, aynı hastalıkla karşılaşan pek çok aile benzer şekilde davranırdı herhalde. Akıl hastası bir insanın yakını olduklarının bilinmesini istemiyorlardı, bunun ezikliğini daha önce çook hissetmişlerdi. Özellikle diğer kardeşler bunun kariyerlerinde nasıl bir olumsuz etki yapacağını çok iyi biliyordu. Ama ben gayet çömez ve saftım bu konuda. Hemen atladım yardım edebilmek adına. Sonuçta GZ benim eşimdi.

Doktorum BLyi aradım, randevu verdi, atlayıp arabaya hemen gittik. Sadece 15 dakika konuştular, sonra GZyi bekleme odasına gönderip beni çağırdı. "Hemen şimdi şu hastaneye gidiyorsun ve GZyi yatırıyorsun" dedi. "Eve bile uğramıyorsun, daha sonra çanta hazırlar götürüp bırakırsın hastaneye" dedi. Yanımda hastaneyi aradı ve bir oda ayarladı. Sonra da bana GZnin gerçeklikten tamamen kopmuş olduğunu söyledi. Hala olanları tam olarak anlayamıyordum. "Nesi var?" dedim. "Daha bilemiyorum, yavaş yavaş ortaya çıkar" dedi. "Hastanede ne kadar kalacak?" diye sordum. "Bir süre kalması lazım" dedi. "Gerçeklikten tamamen kopmuş" dedi yine. Hala şu iki cümle benim için çok büyük anlam ifade eder. "Gerçeklikten kopuş". Delirme. "Ne demek gerçeklikten kopmak?" dedim. "Dün akşam gittiğiniz filmdeki olayları gerçekten yaşadığına inanıyor" dedi. Evet, anlamıştım şimdi. Eşim bir akıl hastasıydı. Anlamam kabul etmem anlamına gelmiyordu tabi, daha kabullenişe çok uzun ve acı bir yol vardı.

Hayatımın en kötü, en yalnız dönemine girmiştim.

Birkaç haftada olaylar netleşmeye başladı. İlk başlarda gözüken paranoyak belirtiler yavaş yavaş kayboldu, hastalığının manik depresif yani diğer adıyla bipolar olduğu ortaya çıktı. Hiç unutamadığım birşey annesinde de aynı hastalığın olduğunu doktorumuz BL'den öğrenmiş olmamdır. Adamcağız bana "Sen bilmiyor muydun?" diye sormuştu. Yine saf saf "Yoo.." demiştim. "Siz nereden biliyorsunuz?" demiştim. "GZ söyledi" demişti bana. "Hadi yaa" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Arkasından da "herhalde bana da söyledi ama ben unuttum" diye düşünmüştüm. Saflık ki ne saflık. Yok, artık salaklık diyorum, saflık değil.

Aslında bu hastalık duyguların bozuk olması anlamına geliyor. Duygu durum bozukluğu. Hep aşırı uçlarda yaşıyor böyle insanlar. Bazıları hasta olduklarını hiçbir zaman anlayamıyorlar, çevreleri de fark edemiyor bu durumu. Manik durumda egoları çok yüksek oluyor, kendilerini çok önemli insanlar olarak görüyorlar. İnanılmaz enerjik oluyor, uyku uyumuyorlar, çok hızlı konuşuyorlar, düşünceleri konudan konuya atlıyor, kelimeleri düşünce hızlarına yetişemiyor. Manik atak ne kadar uzun sürerse (ki genelde bir iki hafta kadar sürüyor), arkasından gelen depresif süreç onun iki katı kadar sürüyor.